Washington yönetiminin Ortadoğu NATO’sunu kurma çabalarının hedeflerinden biri, Suriye iç savaşından sonra Rusya’nın Sovyetler Birliği dönemi gibi Ortadoğu’ya geri dönmesini önlemek ve yeni bir Soğuk Savaş’ın startını Arap dünyasından vermek.
11 Eylül saldırıları, gerek Ortadoğu’da gerekse uluslararası arenada önemli kırılmalara yol açmış ve bölgesel-küresel aktörlerin izledikleri dış politika, güvenlik ve ekonomi gibi önemli stratejilerini gözden geçirmelerini sağlamıştır. 1. ve 2. Dünya Savaşlarından bu yana Ortadoğu’da cereyan eden gelişmelerin, sorunların ve krizlerin çoğunda başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere ve Batılı ülkelerin müdahalesi, çözüm arayışları gündeme gelmiştir. Ancak Ortadoğu bölgesinin sorunsal sarmalına günümüze dek küresel güçlerin herhangi bir çözüm getiremediği bunun yerine sorunların daha da derinleşmesine sebep oldukları gerçektir. Söz konusu müdahale zaman zaman bölgesel veya iç çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Çünkü ABD, İngiltere ve küresel güçlerin Ortadoğu rekabetinden dolayı Ortadoğu’da çatışma ve savaşların sonunun gelmesi oldukça zor görünmektedir. Bu nedenle Soğuk Savaş döneminde ABD-Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki güç mücadele alanlarının ana sahası Ortadoğu’dur.
Arap dünyası içinde rekabet
Dahası Sovyetlere karşı bölgemizde kurulan paktlar, ittifaklar, örgütler ve işbirliklerinin esasında küresel güçlerin hedef, çıkar ve stratejilerine dayalı olduğu görülmektedir. Özellikle Arap ülkeleri tarafından kurulan örgütler, birlikler, konseyler vs… çatıların Arap iktidarları arasında yaşanan liderlik rekabetinden ötürü hemen hemen hepsi tam anlamıyla başarılı olamamıştır. Bunlara ilaveten Soğuk Savaş döneminde Arap dünyasında Mısır’da dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır’ın savunduğu Pan-Arabizmin Ortadoğu’da yayılmasıyla birlikte Arap-İsrail savaşının seyrine etki etmesinden ziyade Arap ülkeleri arasında etnik milliyetçilikten öte “Arap dünyasında hangi milliyetçilik, kimin çizgisindeki milliyetçilik ve Nasırizm milliyetçiliği” gibi çeşitli fraksiyonlara bölünen bir Arap dünyası profilini çizdiğini söylemek mümkündür. Bu nedenle Arap Ortadoğu’sunda veya Körfez bölgesinde kurulacak herhangi bir oluşumun, siyasi ve askeri süreklilik göstermiş olsa da başarılı olamadığı ifade edilebilir.
2. Dünya Harbi’nin sonlanmasıyla beraber SSCB’nin hem Doğu Avrupa’da hem de Güney Asya’da etkisini artırmasını durdurmak amacıyla dönemin ABD Dışişleri Bakanı Foster Dulles’in ortaya koyduğu “çevreleme” politikası, Güney Asya ve Ortadoğu’nun savunmasını Batı blokuna bağlamaya çalışmıştır. Bu nedenle Dulles’in temel hedefi Güney Asya ve Ortadoğu’da “güvenlik hattı” oluşturmaya çalışmaktır. Dolayısıyla ABD’nin, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu bölgesindeki nüfuz alanını genişletmesini önlemek isteği doğrultusunda, 24 Şubat 1955 tarihinde Türkiye, Irak, Pakistan, İran ve İngiltere arasında Karşılıklı Güvenlik ve Savunma İşbirliği kapsamında Bağdat Paktı imzalandı.
14 Temmuz 1958’de General Abdülkerim Kasım’ın düzenlediği askeri darbenin neticesinde Irak’ta kraliyet dönemi sona ermiş cumhuriyet ilan edilmişti. Bağdat Paktı’nın kurulmasının ardından Irak’ta cereyan eden gelişmeler ve General Kasım’ın darbesinin arkasındaki aktörün Sovyetler Birliği’nin olduğu da söylenebilir. Çünkü Irak, Mart 1959’da Bağdat Paktı’ndan çekildiğini ilan etti. Paktın adı CENTO (Central Treaty Organisation) olarak değiştirildikten sonra merkezi Ankara oldu. Bağdat Paktı’nın uzantısı olan CENTO, 1961 yılında Irak hükümetinin Kuveyt’i 19. vilayeti olarak kendine katmasını engelledi. CENTO 1979 yılında Pakistan ve İran’ın çekilmesiyle kapatıldı.
Güvenlik-savunma işbirliği
Yukarıda sözü edilen gelişmeler değerlendirildiğinde 11 Eylül saldırılarından sonra Ortadoğu’da, ABD ve uluslararası koalisyon güçlerinin Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi, Irak el Kaidesi terör örgütünün ortaya çıkması, Arap Baharı ve DEAŞ terörünün bölgeye yayılmasıyla birlikte ciddi güvenlik sorunları yaşanmaktadır. Bunlara ilaveten İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de güçlenmesiyle bölgesel bağlamda da Ortadoğu’da etkisinin artmasından dolayı başta Suudi Arabistan ve Bahreyn olmak üzere İsrail’i tedirgin etmesinin nihayetinde bölgesel bir güvenlik-savunma işbirliğinin kurulması adeta bir ihtiyaç gibi vurgulanmaktadır. Bilhassa İsrail, İran’ın Suriye’deki vekil milis güçlerinin karargahlarına, silah ve mühimmat depolarına hava operasyonları düzenlemesine rağmen Şii milislerinin Şam yakınlarında bulunmasından oldukça kaygı duymaktadır.
Öte yandan 20 Haziran 2022 tarihinde İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz yaptığı açıklamada ABD destekli Orta Doğu Hava Savunma İttifakı’ adlı bir yapı oluşturduklarını ve bunun İran saldırılarını engellediğini vurgulamıştı. Dahası İran’ın bölgedeki gücünden endişe duyan Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkelerine de İsrail’in, savunma işbirliği teklif ettiği bilinmektedir. 23 Haziran’da Ürdün Kralı 2. Abdullah, CNBC kanalına verdiği röportajında Ortadoğu NATO’sunu desteklediklerini ifade ederek “vizyon ve misyon beyanının çok açık olması ve rolünün iyi tanımlanması gerektiğine, aksi takdirde herkesin kafasını karıştıracağına” vurgu yapmıştı. Özellikle ABD Başkanı Jeo Biden’ın 13 Temmuz’da çıktığı Ortadoğu turunun ilk durağının Tel-Aviv olması bölgede NATO modeli bir Arap veya Ortadoğu savunma ittifakının kurulmasını gündeme getirmiştir.
İran tehdidi
Aslında Arap NATO’su ve Körfez NATO’su uzun bir süredir Arap dünyasındaki akademik camiada oldukça sık tartışılan bir konudur. Örneğin 2011 yılında Körfez İşbirliği Konseyi’nin geleceğiyle ilgili akademik tartışmalarda üç temel faktör üzerinde vurgu yapılmıştı. Bunlardan ilki Körfez İşbirliği Konseyi’ne Ürdün ve Fas’ı katarak Avrupa Birliği modeline dönüşmesini sağlamak, Körfez ülkeleri arasında ortak para birimi kullanımını hayata geçirmektir (Ortak para birimi hususuna Umman ve Kuveyt karşı çıkmıştır). İkinci faktör NATO modeli üzerinden Körfez’de Ortak Savunma Gücü kurulmasıdır. Üçüncüsü ise, Körfez ülkelerinin İran’a karşı nükleer faaliyete başlaması için insan sermayesinin zenginleştirilmesidir. Ortadoğu’da Arap NATO’su veya Körfez NATO’su özellikle İran tehdidine yönelik hep tartışılan bir düşüncedir. Başka bir tabirle Ortadoğu’da İran karşıtı bir savunma ve güvenlik ittifakının Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün’ün gündeminde olduğu yeni bir gelişme değildir.
Ancak Arap NATO’su veya Ortadoğu NATO’su konusunda yaşanan sıcak tartışmalardaki en yeni etken İsrail’in Eylül 2020-Ocak 2021’den itibaren BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan ile normalleştikten sonra sıklaşmasıdır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde Arap/Ortadoğu NATO’sunun kurulmasının çok güç olduğu görülmekle birlikte bölgesel ve küresel dengelerin buna müsamaha edip etmemesi oldukça önemlidir. Arap dünyasındaki iç ve dış sorunlara bakıldığında ABD’nin İsrail’i katmak istediği bir Ortadoğu savunma ve güvenlik ittifakının Filistin sorunundan dolayı başarılı olması mümkün gözükmemektedir. Asıl soru şudur: ABD 1955’te Bağdat Paktı’nı Sovyetlere karşı kurmasına rağmen istediği sonucu elde edememişti. Çünkü Suudi Arabistan ve Cemal Abdülnasır’ın Mısır’ı, Bağdat Paktı’nın Batı emperyalizminin oyunu olduğunu ileri sürerek şiddetle karşı çıkmıştı. Hatta 1956’da söz konusu Pakt Süveyş krizine bile yol açtı. Bu açıdan bakıldığında akıllara şu soru geliyor: “ABD, Ortadoğu NATO’sunu bir savunma ve güvenlik ittifakı olarak mı yoksa Bağdat Paktı gibi bir işbirliği teşkilatı olarak mı kurmak istiyor.” Şu hususa dikkat çekmek gerekir: Biden’ın Washington yönetiminin Ortadoğu NATO’sunu kurma çabalarının üç temel hedefi var. Bunlardan birincisi, Suriye iç savaşından sonra Rusya’nın Sovyetler Birliği dönemi gibi Ortadoğu’ya geri dönmesini önlemek ve yeni bir Soğuk Savaş’ın startını Arap dünyasından vermek. İkincisi Biden’ın Başkan olduktan sonra İran ile başlattığı nükleer müzakerelerinden Obama dönemi gibi bir sonuç alamadığını anlaması (Ortadoğu NATO’su Tahran’ı nükleer müzakerelere mahkûm etmek ve anlaşmaya zorlama yöntemi olarak görülebilir). Üçüncüsü ve hatta en önemli hedef İsrail ile Suudi Arabistan, Irak, Umman, Katar gibi normalleşmeyen Arap ülkeleriyle Tel Aviv’i Ortadoğu NATO’su adı altında savunma ve güvenlik ittifakı içerisinde tutmak.
Neden mümkün değil?
Çünkü Suudi Arabistan ve Bahreyn dışında Arap ülkelerinin tamamı İran’ı bir tehdit olarak görmemektedir. Örneğin Katar ve Umman’ın Tahran ile çok güçlü ilişkileri var. Mısır’ın da keza İran’ı tehdit olarak görmediği söylenebilir. Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen gibi Arap ülkelerinin İran’ın nüfuzu altında olduğu unutulmamalıdır. Diğer yandan Suudi Arabistan’ın devam eden savaşı ve Amman-Riyad arasındaki ilişkilerindeki güç rekabeti ve güven bunalımı bir Arap NATO’suna veya Bağdat Paktı modelinin kurulmasına olumsuz etkendir. Başka bir tabirle Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın Ortadoğu NATO’suna ilişkin Arap liderleri içerisinde ilk olarak desteklediğine yönelik açıklamalarda bulunması, Arap dünyasında ABD’nin de teşvikiyle liderliğe oynadığını göstermektedir. Bu bağlamda Ortadoğu NATO’su planının Arap dünyasında yeni bir liderlik rekabetine dönüşeceği görülmektedir. Özetlemek gerekirse kavramsal olarak Arap/Ortadoğu NATO’su şeklinde karmaşık bir kavramsal tartışma söz konusudur. Arap NATO’su kavramı İsrail’i dışarıda bıraktığından ABD’nin Ortadoğu NATO’su ismini tercih ettiği ifade edilebilir. Dolayısıyla İsrail odaklı ve İran karşıtı böylesi bir örgütün Arap dünyasında karşılık bulması zordur. Çünkü yukarıda da ifade edildiği üzere tüm Arap ülkeleri İran’ı tehdit olarak görmüyor ve İsrail ile normalleşmek istemiyor. Bu bakımdan Ortadoğu’da veya Arap ülkeleri arasında eğer ki böylesi bir savunma ve güvenlik işbirliğinin kurulması amaçlanıyorsa, terörle mücadele kapsamında kurulması Arap iktidarlarının daha çok desteklemesini sağlayacaktır.
17.07.2022 tarihinde star gazetesi açık görüşte yayınlanmıştır.