Komşumuz Yunanistan bir dönemden beri saldırgan bir şekilde yeniden genişleme politikası uyguluyor. Bu durum esasında yeni değil. Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandıktan sonra “Megali İdea” doktrinine oturtulan saldırgan politikası çerçevesinde Osmanlı İmparatorluğu aleyhine, sağlanan dış destekle nasıl genişlediği, topraklarını genişlettiği gayet iyi hatırlanıyor.
Birleşik Krallık tarafından Sevr Anlaşmasını Türklere kabul ettirmek amacıyla desteklenen Yunanistan’ın, hemen Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu’ya saldırmasının ardından aldığı büyük yenilgi sonrasında genişleme politikalarından ve saldırgan “Megali İdea” doktrininden vazgeçtiği zannedilmişti.
Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Kıbrıs, Yunanistan’ın genişlemeci ve saldırgan politikalarını tekrar ortaya çıkartmıştır. Yunan-Rum ikilisinin Kıbrıs’ı Yunanistan’la hemen birleştiremeyeceğini, “enosisi” sağlayamayacağını anlaması üzerine, Atina yeni oyunlara girmiş ve Zürih-Londra Anlaşmaları imzalanarak Ada’daki iki toplumun siyasi eşitliği üzerine oturtulan Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
Ancak Yunan-Rum ikilisinin saldırgan politikaları ve Kıbrıs Türklerini yok etme planları nedeniyle Kıbrıs Cumhuriyeti çok kısa ömürlü olmuş, 1963’te yıkılmıştır. Batı ülkelerinin Yunan-Rum ikilisinin bütün uluslararası hukuku, ahde vefa ilkesini, Londra-Zürih Anlaşmalarını yok sayarak Kıbrıs’ı ele geçirme yönünde giriştiği saldırganlığa, planlarını uygulamaya koymalarına o dönemde göz yummaları gerçekten ibret vericidir.
Atina’nın genişlemeci-saldırgan politikaları sadece Kıbrıs’la da sınırlı kalmamıştır. Yunanistan’ın 1970’lerden itibaren bu kez denizlerde genişleme politikalarını uygulamaya koyduğu, Ege Denizi’ni, Türkiye’nin bu denize olan uzun kıyısını görmezden gelerek bir Yunan gölü haline getirmeyi amaçladığı, Ege’de kurulan Lozan dengesini bozmaya çalıştığı izlenmeye başlanmıştır.
Türkiye, Yunanistan’ın Ege Denizi’nde giriştiği oyunlara karşı 1970’lerden itibaren harekete geçmiş, Lozan ve Paris Anlaşmalarının Ege Denizi’nde kurduğu dengeyi bozmak isteyen Yunanistan’a karşı çıkmış, Ege’nin Türkiye ile Yunanistan arasında bir iş birliği denizi olması ve Yunanistan’ın Ege Denizi’ni Türkiye ile paylaşması gerektiği noktasından hareket etmiştir.
Yunanistan’ın Türkiye’yi Ege Denizi’nde kendi karasularına ve hava sahasına hapsetme ve tüm Ege Denizi’ne sahip olma politikaları bugüne kadar sonuç vermemiştir. Yunanistan’ın Lozan ve Paris Anlaşmaları ile kendisine bırakılan Ege adalarını, bu anlaşmaları ihlal ederek silahlandırması ve Ege Denizi üzerindeki hava sahasında 10 millik hava sahası iddiası uluslararası hukuka tamamen aykırıdır.
Yunanistan’ın Ege Denizi’nde uluslararası hukukun kendi lehine olduğu iddiası tamamen gerçek dışıdır. Yunanistan gerçekten Ege Denizi’ndeki sorunları hukuk yoluyla, Uluslararası Adalet Divanı’nda çözmek istiyorsa Ege Denizi’ndeki bütün sorunların birbiriyle bağlantılı olduğunu, aralarından seçim yapamayacağını ve bu sorunların tümünün bir bütün olarak Türkiye ile anlaşarak Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesi gerektiğini kabul etmelidir.
Yunanistan ve Batı ülkelerindeki destekçileri Ege Denizi’ndeki tüm sorunların birbiriyle ilişkisini kabul etmeden sorunların uluslararası hukuk yoluyla çözümlenemeyeceği ortadadır. Bunların uluslararası hukuku, ahde vefa ilkesini bile kendi istedikleri gibi yorumlamaya çalışmaları gerçekten çok büyük talihsizliktir.
Yunanistan ve destekçilerinin devamlı olarak atıf yapmaya çalıştıkları BM Deniz Hukuku Anlaşmasının ilk maddelerinde bu anlaşmadaki bütün hakların ancak hakkaniyet çerçevesinde kullanılabileceği, Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki tutumunun ise hakkaniyetle hiçbir ilişkisi olmadığı açıktır. Yine Ege Denizi’nin Anlaşmada tarifi yapılan yarı-kapalı bir deniz olduğu da ortadadır. Yunanistan burada da yine kendi istediği gibi seçmeli bir tutum takınmakta, Ege Denizi’nin diğer yakasındaki Türkiye’yi ve haklarını görmezden gelmektedir.
Yunanistan’ın genişlemeci-saldırgan, uluslararası hukuka aykırı politikaları Ege Denizi’yle de sınırlı kalmamıştır. Yunanistan 2000’li yıllardan itibaren bu politikalarını Doğu Akdeniz’e de yaymaya başlamıştır. Yunanistan’ın, bugün geçerliliği AB ve ABD dahil hemen herkes tarafından reddedilen Seville Haritası’nı ortaya çıkarması da bu yıllardadır. Seville Haritası’nın amacı, esasında bir Doğu Akdeniz ülkesi olmayan Yunanistan’la Kıbrıs Adası arasında Türkiye’nin Akdeniz’deki uzun kıyılarını yok farz ederek bir deniz sınırı tesis etmektir.
Enosis’in AB içinde gerçekleştirildiği ve AB ile ABD’den aldıkları destekle Kıbrıs Türklerinin bir şekilde yok edilebileceği gibi yanlış bir düşünce ve noktadan hareket eden Yunan-Rum ikilisi, Türkiye’yi Ege Denizi’nden sonra şimdi de Akdeniz’de hemen hemen kendi karasuları ve hava sahası içine hapsetmek için harekete geçmiştir. Ege Denizi ile Yunan-Rum ikilisinin yeni yarattığı Doğu Akdeniz’deki durum arasında benzerlikler ve farklılıklar bulunmaktadır.
Benzerlik; Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki küçük-büyük tüm adaların kıta sahanlığı bulunduğu şeklindeki, esasında uluslararası hukuk tarafından da desteklenmeyen, görüşünü bu kez Doğu Akdeniz’e taşımasıdır. Yunanistan, Türkiye’ye sadece 2 mil uzaklıktaki küçücük Meis Adası’na dayanarak Doğu Akdeniz’de 40 bin km2’lik bir deniz alanına sahip olmak istemektedir. Yunanistan’ın bu iddiası, bırakın uluslararası hukuk, Yunanistan’ın dış destekçilerince bile savunulması çok zor bir iddia olarak görülmektedir.
Yine Yunanistan Girit Adası’nı kullanarak Türkiye kadar, Libya ve Mısır’dan da deniz alanı ve kıta sahanlığı çalmaya kalkmaktadır. Libya’nın Türkiye ile yaptığı deniz yetki alanı anlaşmasına, yapılan bütün baskıya rağmen, sadık kalması ve Mısır’ın Yunanistan’la deniz sınırının tümünü kapsayan bir anlaşma yapmaya yanaşmamasının sebebi budur. Yunanistan’la kısmi bir deniz yetki anlaşması yapan Mısır, Türkiye ile anlaşırsa daha fazla deniz yetki alanı kazanacağını, kârlı çıkacağını görmüştür.
Ege Denizi ile Doğu Akdeniz’deki sorunların farklılaştığı nokta ise Ege Denizi’nin sadece Türkiye ile Yunanistan arasında yarı-kapalı bir deniz olmasına karşılık, Doğu Akdeniz’deki oyuncuların çokluğudur. Kıbrıs Adası, Doğu Akdeniz’e çok uzun bir kıyısı olan Türkiye dışında Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır ve Libya ile de kıyıdaştır. Yunanistan da çeşitli oyun ve bahanelerle Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında yer almaya çalışmaktadır.
Türkiye bugüne kadar Doğu Akdeniz’de KKTC ve Libya ile deniz yetki alanları anlaşmaları imzalamıştır. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin İsrail ve Mısır ile anlaşmaları bulunmaktadır. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Lübnan’la imzaladığı anlaşma Lübnan Meclisi’ne gelmemiş, onaylanmamış ve yürürlüğe girmemiştir. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Libya dışında sadece Mısır, Kıbrıs Adası ve Suriye ile deniz sınırı bulunmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki deniz yeki sahası sorunlarının bir boyutu da İsrail’in kendi kıta sahası içinde bulduğu doğal gazı Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya taşımak istemesi ve üçlü arasında dış destekli bazı anlaşmaların imzalanmasıdır. Finansman imkanları yaratılsa bile bu boru hattının Türkiye deniz yetki alanlarından geçecek olması nedeniyle uluslararası hukuka göre Türkiye’ye bildirimde bulunulması gerekmektedir. Yunanistan ise tanıma anlamına geleceği için bunu yapmaktan kaçınmaktadır.
Yunanistan kadar İsrail ve diğer ülkelerin de Türkiye’nin desteği ve iş birliği olmadan Doğu Akdeniz’de hiçbir projenin gerçekleşme imkânının olmadığını bir an önce görmesi, Doğu Akdeniz’de gereksiz istikrarsızlık ve krizleri engelleyerek iş birliğinin önünü açacaktır. Diğer yandan Kıbrıs Rum Yönetimi, hak iddiasında bulunduğu kıta sahanlığında Kıbrıs Türklerinin haklarını göz önüne almadan doğal gaz arama girişimleri yapmaktadır. Kıbrıs sorunu çözülmeden Ada çevresindeki denizlerdeki zenginliklerden faydalanılması olasılığı bulunmamaktadır.
Türkiye çok çeşitli zamanlarda Doğu Akdeniz’deki kendi ve Kıbrıslı Türklerin haklarını korumadaki kararlılığını açıklamıştır. Türkiye, Ege Denizi’nde olduğu gibi, dış destekli Yunan-Rum ikilisinin bu kez de kendisini Doğu Akdeniz’deki karasularına sıkıştırma girişimlerine izin vermeyecektir. Türkiye’nin çok uzun bir kıyıya sahip olduğu Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’deki hakları tanınana kadar bu denizlerde istikrar sağlamak imkânı da bulunmamaktadır.
Yunanistan’da Mitsotakis-Dendias ikilisi, Türkiye ile iyi niyetli görüşme ve sorunların çözümü yerine genişlemeci-saldırgan politikaların devamını ve silahlanmayı seçmiş görünmektedir. Yunanistan son dönemde Fransa’dan 7.5 milyar dolarlık silah satın alacağını açıklamıştır. Aksini söylese de Mitsotakis-Dendias ikilisi böylece bölgede bir silahlanma yarışını körüklemekte ve Yunanistan’daki ırkçı Türkiye karşıtı sağın desteğini kazanmaya çalışmaktadır.
Tarih bize, doğrudan dış destek olmadan Yunanistan’ın Türkiye karşısında savaş meydanında bir şansının olmadığını göstermekte; Mitsotakis-Dendias ikilisi bu kez de Yunanistan’ın borçlanarak elde ettiği paraları silah temini amacıyla Fransa’ya aktarmaktadır.
Aynı zamanda tarih bize dışarıdan aldığı destekle Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu aleyhine Yunanlı nüfusun azınlıkla olduğu veya bulunmadığı yerlerde bile nasıl genişlediğini göstermekle birlikte, özellikle Yunanistan’a doğrudan sağlanan dış yardım ve Yunanistan’ın Batı ülkelerindeki dış uzantı ve bağlantıları konusunda dikkatli olmamız gerektiği hususunda uyarılarda bulunmaktadır.
Doğal olarak iki komşu ülkenin iş birliği, olumlu gündem yaratmaları ve sorunlarını çözmeleri iki ülke halkının yararınadır. Eski adıyla istikşafi, yeni adıyla istişari görüşmelerin 63. turunun 6 Ekim’de Ankara’da yapılması planlandığı açıklanmıştır. Son olarak Birleşmiş Milletler Genel Sekrateri ile Kıbrıslı liderler Tatar ve Anastiades New York’ta görüşmüşlerdir. Ancak ne Kıbrıs ne de deniz sorunlarının çözümü yönünde ilerleme kaydedilememekte, çözüm için ortak bir zemin oluşturulamamaktadır.
Bu durumun sebebi bir süredir Yunanistan’ın, yine dış destekle, genişlemeci-saldırgan politikalarına geri dönmesi ve Yunan-Rum ikilisinin ısrarla sürdürdüğü sorunlarda çözümsüzlük politikalarıdır. Yunanistan, Kıbrıs’ı ilhakla karada ve Ege Denizi ile Doğu Akdeniz’de denizlerde, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını yok sayarak genişlemeye çalışmaktadır.
Türkiye’nin Kıbrıs’ta çözüm, Doğu Akdeniz Konferansı ve deniz sorunlarına toplu yaklaşım gibi barışçıl makul önerileri Yunan-Rum ikilisi ve dış destekçileri, AB ve ABD’deki uzantıları tarafından arka plana atılmakta ve duymazdan gelinmektedir. Bu durumda Türkiye’nin dış politikasını, kalıcı ve uzun dönemli çıkarlarına asıl tehdidin batıdan, genişlemeci-saldırgan ve uzlaşmaz Yunanistan’dan geldiği temelinde oluşturması gerekmektedir.