Putin’in, Ukrayna savaşının seyrini değiştirdiği ve Kiev ile savaşı bitirip Batı’ya karşı enerji ve nükleer savaş kartını daha kapsamlı açacağı söylenebilir.
Dr. Ali Semin, Rusya’nın Ukrayna’da gerçekleştirdiği referandumlar bağlamında Rusya-Ukrayna savaşının gidişatını AA Analiz için kaleme aldı.
Rusya’nın 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’ya yönelik başlatmış olduğu savaşın bölgesel ve küresel ölçekte uluslararası sisteme ve çok kutuplu dünya düzenine yeni bir bakış açısı geliştirdiği şüphesiz. Özelikle Soğuk Savaş’ın bitimi ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) 1991 yılında dağılması, küresel güç dengelerinin ve rekabetinin seyrini değiştirdi. Rusya Federasyonu, kaybedilen topraklarda kurulan bağımsız devletlerin üzerinde etkisini sürdürerek tek kutuplu dünya sistemini reddetti. Özellikle Mayıs 2000’de Vladimir Putin, Rusya Federasyonu Başkanı olmasıyla birlikte ilk önce tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkmış ardından da SSCB’nin kaybettiği toprakların tamamını olmasa da stratejik ve jeopolitik önemi haiz toprakları geri almaya yönelmiştir. Aslında uluslararası toplumun, Putin’in sözü edilen stratejisini Ağustos 2008’de Güney Osetya ile Abazya’yı Gürcistan’dan kopardığında fark ettiği söylenebilir. Bu bağlamda Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batı kutbunun tepkisini Güney Osetya ile Abazya’yı kendi topraklarına ilhak ederek ölçmüştür. Nitekim Batı kutbunun Putin’in Gürcistan’daki tutumuna sessiz kalması, 2014 yılında Kırım’ı işgal etmesine yol açmıştır.
Putin Rusyası’nın 27 bin kilometrekarelik Kırım Yarımadası gibi stratejik konuma sahip bölgeyi önce işgal, sonra ilhak etmesine ilişkin süreçlerde de ABD’nin ve Batı’nın sessiz kalışı, Soğuk Savaş sonrası kurulan küresel düzenin vekalet savaşlarıyla bir şekilde yeni Soğuk Savaş’ın başlangıcı olarak nitelendirilebilir. Bu nedenle Rusya, Kırım’ı kendi topraklarına kattı ve Donbas bölgesinde de desteklediği yönetimi kurdu. Dolayısıyla Putin’in önce Ukrayna savaşını başlatmasının, 24-27 Eylül tarihlerinde Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya’da gayrimeşru referandum yapması ve Rusya’ya ilhak etmesinin uluslararası dengeleri iyice karıştırdığını söylemek mümkün. Zira Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiği dönem ile son yaptığı referandum arasında ciddi farklar bulunuyor. 2014 yılında bölgesel ve küresel güçlerin odaklandığı en önemli tehdit DEAŞ terör örgütüydü. Başka bir ifadeyle dünyanın gözü ve dikkati radikal terör örgütü olan DEAŞ ile mücadele kapsamında Irak, Suriye,Yemen, Libya gibi ülkelerdeydi. Fakat günümüz itibarıyla Kovid-19 salgınından henüz çıkan bir dünyanın küresel güçleri diplomatik, ekonomik ve güvenlik bağlamında Rusya-Ukrayna savaşına ve Rusya’yı karşı yıpratma mücadelesine odaklandı. Dahası, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin ana hedef tahtasında Çin’in ekonomik gücünü kırmak ve Rusya’yı askeri olarak zayıflatmak yer alıyor.
Batı’nın ekonomik yaptırımları sürekliliğini korursa Putin’in son yedi aydaki kazanımlarını uzun vadede sürdürmesi mümkün olmayabilir. Referandum sonrası Ukrayna’da yaşanan savaş kadar Zelenskiy’nin siyasi hayatı da tartışmaya açılabilir. Çünkü referandum Ukrayna’da savaşın akıbetini oldukça zorlaştırdığı gibi iki ülke arasındaki ateşkes ve barış görüşmelerini de tıkama potansiyeline sahip.
Putin’in referandumu ve savaşın geleceği
Rusya’nın Ukrayna topraklarında 24-27 Eylül’de yaptığı referandumun sonuçlarına bakıldığında iki önemli faktöre dikkati çekmekte yarar var. Birinci faktör, Rusya’nın jeopolitik olarak Kırım’ın ilhakını ve güvenliğini pekiştirmesi şeklinde ifade edilebilir. Çünkü son referandumla Ukrayna’nın doğusunu ve güneyini kendi topraklarına ilhak etmiş oldu. İkinci olarak ise Rusya; Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson’u topraklarına katarak uluslararası topluma yönelik bir emrivaki yöntemi izledi. Referandumdan sonraki süreçte, sözü edilen her dört bölgede meşru müdafaa alanı oluşturdu.
Referandum sonuçları açıklandıktan sonra dünyadan referandumun onaylanmadığına dair tepkiler geldi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, Rusya’nın düzenlediği referandumların hiçbir yasal değeri olmadığını söyledi. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg yaptığı açıklamada referandumları sahte olarak nitelendirerek hiçbir meşruiyetinin olmadığını ve uluslararası hukukun açık bir ihlali olduğunu söyledi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ukrayna topraklarının Rusya tarafından ilhakını asla tanımayacaklarını belirtti. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Rusya’ya yönelik 8. yaptırım paketini hazırladıklarını açıklayarak Rus ekonomisini zayıflatmayı amaçladıklarını vurguladı. Türkiye Rusya’nın, Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya bölgelerini ilhak kararını reddettiğini duyurdu. İsrail Dışişleri Bakanlığı ise Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine bağlı olduklarını ve referandumu tanımayacaklarını açıkladı.
Avrupa’da yaşanan enerji krizine karşı alınan tedbirler er ya da geç Avrupa ülkelerinin iç kamuoyunda büyük tepkilere neden olacaktır. Eğer alternatif enerji tedarik yolları bulunmazsa AB’nin hayata geçirdiği ekonomik yaptırımların üyeler tarafından Rusya’ya karşı uzun süre uygulanması zor gözüküyor.
Yukarıda belirtilen gelişmelerle birlikte 30 Eylül’de Putin, Ukrayna’nın Donetsk, Luhansk, Herson ve Zaporijya bölgelerinin sözde bağımsızlıklarını tanıyan kararnameleri imzalayarak süreci kendi iç kamuoyuna zafer olarak yansıttı. Şu hususa dikkati çekmek gerekir ki; Rusya’nın referandumuna gelen tepkilerden anlaşıldığı üzere savaşın başlangıcından bu yana ABD ve Batı, askeri seçenekler dışında Moskova yönetimine yönelik iki farklı yöntem benimsiyor. İlki, ağırlaştırılmış ekonomik yaptırımlarla orta vadede Rusya’yı yıpratmak ve ikincisi ise Rusya’ya rağmen İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sürecini başlatarak genişlemeyi sürdürme şeklindedir. Çünkü ABD ve Batı, Ukrayna’da sergiledikleri tutumla birlikte sözü edilen savaşın tarafı olmak yerine destekçisi konumunda hareket ediyor. Bu nedenle referandum sonrası Putin’in yaptığı açıklamada, 1990’lı yılların geçmişte kaldığını ve Rusya’nın ayağa kalktığını vurgulaması ABD ve Batı’ya önemli bir mesaj göndermiş oldu. Öte yandan Ukrayna’yı müzakere masasına çağırması ise, savaşı bitireceği anlamına gelmekten ziyade stratejik ve taktiksel bir hamle. Çünkü Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin müzakere masasında oturması durumunda referandumla ilhak edilen her dört bölgenin Rusya’ya bağlı olduğunu kabul ettiği sonucu çıkacak.
Bu sebeplerle referandum sonrası Putin’in, Ukrayna savaşının seyrini değiştirdiği ve Kiev ile savaşı bitirip Batı’ya karşı enerji ve nükleer savaş kartını daha kapsamlı açacağı söylenebilir. Avrupa’nın ise Rusya’ya uygulamış olduğu ekonomik yaptırımlardan kısa vadede sonuç alamayacağı gerçeğini görmek mümkün. Ancak Putin’in Avrupa’ya yönelik oynadığı enerji kartından kısa sürede sonuç aldığı bir gerçek. Öte yandan ise Avrupa’da yaşanan enerji krizine karşı alınan tedbirler er ya da geç Avrupa ülkelerinin iç kamuoyunda büyük tepkilere neden olacaktır. Eğer alternatif enerji tedarik yolları bulunmazsa AB’nin hayata geçirdiği ekonomik yaptırımların üyeler tarafından Rusya’ya karşı uzun süre uygulanması zor gözüküyor. Putin’in, referandumu kışa doğru gerçekleştirmesinin arkasında Avrupa’nın enerji telaşıyla Ukrayna’ya askeri ve insani lojistik destek vermenin ötesine geçemeyeceğinin farkında olması yatıyor.
Kovid-19 salgınından henüz çıkan bir dünyanın küresel güçleri diplomatik, ekonomik ve güvenlik bağlamında Rusya-Ukrayna savaşına ve Rusya’yı karşı yıpratma mücadelesine odaklandı. Dahası, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin ana hedef tahtasında Çin’in ekonomik gücünü kırmak ve Rusya’yı askeri olarak zayıflatmak yer alıyor.
Putin savaşı kazandı mı?
Aslında 24 Şubat’tan bu yana süreç değerlendirildiğinde, Putin’in Ukrayna savaşında açık belirttiği stratejilerinin büyük bir bölümünü gerçekleştirdiği görülüyor. Bu stratejilerin sonuçları; Kiev’in NATO üyeliğini orta vadede askıya alması, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü delmesi, ülkenin doğusundan sonra güneyini de kazanması, Ukrayna’nın askeri, ekonomik ve hatta bazı bölgelerde demografik yapısını zedelemesi şeklinde sıralanabilir. Örneğin, savaşın başlangıcından beri Rusya tarafından Ukrayna’nın 600 milyar dolarlık altyapısı yok edildi ve 24 Şubat ile 19 Eylül arasındaki dönemde savaştan dolayı yaklaşık 8.4 milyon insan göç etmek zorunda kaldı. Bunlara ilaveten Rusya, BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip olmasından ötürü kınama kararlarını da engelleyebilecek güce sahip. Öte yandan ise Putin’in söz konusu savaşta Odessa’yı kontrol edip Ukrayna’yı yalnızca kara ülkesi haline getirme amacına ulaşamadığı da görülüyor.
Öte yandan, Ukrayna ise bu savaşta direnmiş olsa da topraklarının yüzde 15’ini kaybetti. Dahası, Ukrayna artık Rusya ile ABD ve Batı arasında hem tampon bir bölge haline geldi hem de Moskova’nın Batı ile olan rekabetinde çatışma sahasına dönüştü. Çünkü Batı’nın doğrudan Rusya ile savaşmak yerine dolaylı olarak Ukrayna’ya silah, mühimmat, askeri danışmanlık ve Moskova’ya karşı vekalet savaşı alanı olarak devam etmesi beklenebilir. Özetlemek gerekirse, yukarıda da belirtildiği üzere Batı’nın ekonomik yaptırımları sürekliliğini korursa Putin’in son yedi aydaki kazanımlarını uzun vadede sürdürmesi mümkün olmayabilir. Referandum sonrası Ukrayna’da yaşanan savaş kadar Zelenskiy’nin siyasi hayatı da tartışmaya açılabilir. Çünkü referandum Ukrayna’da savaşın akıbetini oldukça zorlaştırdığı gibi iki ülke arasındaki ateşkes ve barış görüşmelerini de tıkama potansiyeline sahip.