ODAP İsrail-Filistin gelişmeleri hakkında bölgeye dair güncellemeleri yakından takip etmeye devam ediyor. ODAP Kurucu Direktörü ve bölge uzmanı olan Sayın Dr. Ali Semin’in değerlendirmeleri Sputnik Türkiye web sitesinde yayınlandı. Bu son derece önemli noktalara değinen röportajın tam metnini aşağıda okuyabilirsiniz.
‘Dünya Kara Harekatı Yapmasın Diye İsrail’i Iknaya Çalışırken, Hava Saldırıları Meşrulaştırılıyor’
Dr. Ali Semin’e göre HAMAS saldırısında büyük prestij kaybına uğrayan İsrail dünyayı ‘kara harekatı’ konusunda oyalayarak Gazze’ye ağır misilleme saldırılarını ‘meşrulaştırır’ hale geldi. Semin, Erdoğan’ın İsrail ile köprüleri atmak istemediği ancak Gazze için miting düzenleyerek Türk kamuoyunun tepkisini yansıtmaya çalıştığı görüşünde.
Filistin İhvan’ı HAMAS’ın 7 Ekim’de gerçekleştirdiği İsrail baskını ve Netanyahu yönetiminin Gazze Şeridi’ne yönelik ağır bombardımanı dünyanın dikkatini Ortadoğu’ya çevirdi. Ancak Netanyahu ve İsrail’in üst düzey ordu ve güvenlik yetkililerinin söylemlerine rağmen beklenen ‘kara harekatı’ bir türlü başlatılamıyor.
İsrail ordusunun kara harekatını ertelemesi konusunda çeşitli gerekçeler ortaya atılırken, dünya kamuoyunun Gazze’den yansıyan sivil katliamlara tepkisi giderek artıyor. ABD yönetimi BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya Federasyonu ve Brezilya’nın sunduğu ateşkes ve insani yardım ile rehinelerin koşulsuz bırakılmasını içeren karar tasarılarını veto ederken, BM Genel Kurulu’ndan 120 ülkenin destek verdiği kararın çıkmasına engel olamadı. Genel Kurul çağrıları bağlayıcı olmasa da dünya kamuoyunun eğilimini yansıttı.
Türk hükümeti ise 7 Ekim’deki Hamas saldırısı karşısında ilk başta ‘ılımlı’ bir söylemle dikkat çekmişken, Gazze’den yansıyan bombardıman görüntüleri karşısında işler değişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan cumartesi günü İstanbul’da bir miting düzenleyerek hem İsrail’e hem de Batı dünyasına sert çıktı. Erdoğan İsrail’in ‘savaş suçlusu’ olarak ilan edileceği girişimde bulunacaklarını dile getirdi.
İsrail-Filistin çatışması bir aya yaklaşırken; Arap devletlerinin tutumu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Büyük Filistin Mitingi sonrasında tekrar gerileyen Türkiye-İsrail ilişkilerini, İstanbul Gelişim Üniversitesi Öğretim Üyesi ve ODAP Kurucu Direktörü Dr. Ali Semin ile konuştuk.
‘Bugün baktığımızda maalesef Arap dünyasında lider yok’
Dr. Ali Semin’e göre, HAMAS’ın 7 Ekim’de yaptığı harekat bir dönüm noktası. 1973’teki Yom Kippur Savaşı’nda Arap dünyasının birlik içinde olduğunu hatırlatan Semin, günümüzdeki çatışmada böyle bir birliktelik olmamasını, ‘Arap dünyasındaki lider eksikliği’ olarak yorumladı:
“Ben ilk günden beri şöyle baktım olaya: HAMAS’ın 7 Ekim’de yaptığı operasyonu dönüm noktası olarak nitelendirdim. Filistin-İsrail sorununda daha önce yaşananlar gibi bir sahneyle, bir senaryoyla karşı karşıya değiliz. Bu çok farklı bir dönüm noktası. Sebeplerinden biri şu: Daha önceki savaşlarda Arap dünyası için Filistin meselesi vardı. Arap ülkeleri anında hem destek veriyorlardı hem ordularıyla hem de siyasi bağlantılarıyla savaşa girebiliyorlardı. Hatta 1973 yılı çok önemli bir dönüm noktası. İsrail’e karşı Araplar bir kazanım elde etti, aynı zamanda da İsrail’e destek veren uluslararası topluma petrol ambargosu uygulandı. Bugün Arap dünyası, İslam dünyası eskisi gibi değil. Bir birliktelik yok, bir liderlik sorunu var. Önceki çatışmalarda Arap liderleri vardı; Saddam Hüseyin’den Nasır’a kadar bir değil rakip Arap liderlikleri vardı. Kaddafi gibi isimler vardı. Ama bugün baktığımızda maalesef Arap dünyasında lider yok. Onun için Filistin-İsrail sorunu olsun, uluslararası toplum olsun, farklı bir boyutta.”
‘Kara harekatına odaklanıp hava saldırıları adeta meşrulaştırıldı’
Uluslararası toplumun İsrail’in olası kara harekatına yoğunlaştığını belirten Semin, bu yolla on bine yakın sivili öldüren hava saldırılarının adeta meşrulaştırıldığını ifade etti:
“BM Genel Kurulu üyesi 120 devlet ateşkes çağrısı yaptı. Tabii Genel Kurul bağlayıcı değil. Biz bağlayıcı olan BM Güvenlik Konseyi kararlarını bile ihlal eden bir İsrail’den söz ediyoruz. En yakın, en önemli konulardan birisini söyleyeyim; 1967’de bilindiği üzere İsrail’le ilgili, Filistin’le ilgili BMGK’nin 242 nolu kararı var. İsrail bunu da ihlal ediyor. Şimdi bütün bunları değerlendirdiğimizde, bu çatışmaların çok farklı bir boyutta olduğunu düşünüyorum.
İsrail, üstünlüğü ilk günden beri şöyle tutmaya çalıştı: Savaş ilan etti, intikam ilan etti ve kara harekatı dahil bütün seçenekleri sunmaya çalıştı. Hem bölgesel hem de küresel anlamda uluslararası topluma baktığımızda, daha çok ‘İsrail aman kara harekatı yapmasın’ deniyor. Dünya, kara harekatı yapmasın diye İsrail’i ikna etmeye çalışırken, İsrail’in zaten on bine yakın kişinin ölümüne sebep olan hava saldırıları meşrulaştı. Bunu meşrulaştırdı uluslararası toplum. Bu en büyük sorunlardan birisidir diye düşünüyorum.
İsrail’in kapasitesini, askeri yapısını az çok biliyoruz. Zaten ilk günden belliydi, 360 bin yedek asker çağrıldı. İhtiyacı var demek ki, ordusu yetersiz bir çatışma için. Bunu dünya anlamamış gibi yaptı, ‘Aman yapma’ dediler. Hem zaman kazanıyor İsrail.”
‘İsrail biraz da kendi askeri gücünü toplamak istiyor’
Dr. Semin’e göre, İsrail’in Gazze Şeridi’ne topyekün kara harekatına girişmemesinde İsrailli ve yabancıların da bulunduğu rehinelerin akıbeti, dünyanın gözünde Hamas’la savaşının Filistin’le çatışmaya olarak algılanması ve topyekün bölgesel savaş riski etkili:
“Neden kara harekatı yok? Üç temel sebep var. Birincisi rehineler meselesi. Bu rehinelerin 230’dan fazla olduğu söyleniyor. ‘Yabancı uyruklular olmasaydı, İsrail kendi vatandaşlarını bile feda edebilirdi’ diyenler var. Bazı yorumcular ‘İsrail sivilleri katlediyorsa, kendi sivillerini mi düşünecek?’ diyorlar. Evet düşünecek. Bir İsrail askeri için 2011 yılında 1027 Filistinliyi serbest bırakmıştı İsrail. İsrail için kendi vatandaşları elbette önemli ama rehineler meselesi uluslararası soruna dönüşecek. Mesela açıklanana göre, 13 Amerikalı var. Diyelim ki İsrail kara harekatı yaptı; bu rehinlere bir şey olduğu zaman 2024’te bunun faturasını Biden ödeyecek. Yani ABD’de Demokratlar ödeyecek.
İkinci nokta, maalesef uluslararası toplum ve Arap dünyasında da belli ülkeler, bunu bir İsrail-HAMAS çatışması olarak görüyorlar. Bunu bir Filistin-İsrail çatışması olarak görmüyorlar. O vakit bir kara harekatı, bunu bir Filistin-İsrail çatışmasına dönüştürür.
Üçüncü faktör, iki başlıkta anlatılabilir: Birincisi, topyekun bölgesel savaşa dönüşme ihtimali çok yüksek. Burada üç cepheden bahsedebiliriz işte Filistin, Hizbullah ve Suriye var. Topyekun savaş olacak mı olmayacak mı bunun sonucunu kestiremiyorlar. Eller tetikte ama kimse bu savaşa girilince sonucunu kestiremediği için çekince var. Bunun için harekat bekletiliyor. Hatta dördüncü bir madde de ekleyebiliriz. İsrail biraz da kendi askeri gücünü toplamak istiyor.”
‘Sanki kara harekatı yapmaması bir lütuf’
HAMAS’ın uzun süre sonra taktik değiştirip etkili ve donanımlı bir askeri örgüt yapısı ortaya koyduğunun anlaşıldığını belirten Semin, İsrail’in ise dünyayı kara harekatı olasılığıyla meşgul ederek bunu yapmamasını bir ‘lütuf’ olarak sunduğu bir görüntü ortaya çıktığını vurguladı:
“Okuduğum raporlarda ve analizlerde şöyle verilere rastlıyorum: Aslında HAMAS uzun süredir taktik değiştirdi. İsrail’in dikkatini Batı Şeria üzerine çekti ama tam tersi, Gazze’den vurmaya çalıştı. Bu da doğrudur. Yaptığım araştırmalarda da Gazze’nin sükunet içinde olduğu, HAMAS’ın çatışmayı bıraktığı söyleniyordu. Batı Şeria’da belki de yılın her günü bir-iki Filistinli öldürülüyordu. Sonuç itibariyle baktığımızda burada çok ciddi anlamda HAMAS’ın gücünün küçümsendiği ve HAMAS’ın bir anda tam anlamıyla donanımlı örgüt olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Sınırlı kara harekatında bile ağır kayıplar verildiğini görüyoruz. Ama sonuç itibariyle maalesef şu bir gerçek ki, İsrail dünyayı kara harekatıyla meşgul etti. Sanki kara harekatı yapmaması bir lütuf. Orada siviller, çocuklar, yaşlılar oluyor. Ve Gazze’nin kuzeyi yerle bir ediliyor.”
‘Bunlar komplo teorisinin ötesinde efsaneler’
Ali Semin, Hamas’ın güçlenmiş görüntüsünün tam aksine İsrail kanadında özellikle istihbaratın çok büyük zafiyet içerisinde olduğunun anlaşıldığı görüşünde. Semin, MOSSAD’ın 1973’ten bu yana üçüncü kez ciddi bir istihbarat zaafı yaşadığını belirtirken, buna bilerek yol verildiği yolundaki komplo teorilerine ise itibar edilmemesi gerektiğini kaydetti:
“7 Ekim’de hem İsrail Savunma Bakanı hem de Başbakan Netanyahu çok sert açıklamalar yaptı. Sıcağı sıcağına verilen mesajlar, bir saat sonra topyekun savaşa girilecek gibi anlaşıldı. Ama prestij kaybı görülmüştü. 7 Ekim, İsrail için bir milattır; ister kazansın ister kazanmasın. İsterse Gazze’nin yarısını boşaltsın… Eninde sonunda İsrail için, MOSSAD için ciddi bir prestij kaybı oldu. Bazı uluslararası ilişkiler hocaları ‘Bu savaş aslında Netanyahu’nun işine geliyor, daha çok güçlenecek. İçeride yargı reformu yüzünden krizler vardı’ diyorlar. Ben hiç böyle düşünmüyorum. Ortadoğu çalışıyorum, yıllarımı verdim bu alana. Burası bir çatışma-savaş alanıdır. Bunun asıl faturası ordu içindeki rütbeli sakerlere, MOSSAD’a, Netanyahu’nun siyasi kariyerine kesilecek. İlk günden söyledim; Netanyahu’nun siyasi kariyeri ciddi anlamda zarar görecek. Son günlerde de özellikle rehine ailelerinden Netanyahu’ya tepki var. İsrail kamuoyu rehinelerin kurtarılmasını istiyor.
HAMAS’ın yaptığı operasyon İsrail’in iç güvenlik sorunlarının çok derin olduğu gösterdi. Tabii doğru mu değil mi, tartışılır ama ciddi anlamda prestij kaybına sebep oldu. Yıllardır ‘kaç saat uyuduğunuzu bilir’ tarzında efsaneleştirilen bir MOSSAD vardı. Bunun ne kadar boş olduğunu gösterdi. MOSSAD’ın istihbarat boşluğuna düşmesi ilk kez değil. 1973’te Yom Kippur savaşında aynı şekilde oldu. O zamanlar Enver Sadat Mısır Başkanı’ydı. Daha sonra 2006’da Hizbullah’ı hatırlayın. O da ciddi bir MOSSAD istihbarat açığıydı. MOSSAD üçüncü kez darbe yiyor. O yüzden ‘MOSSAD’ın haberi vardı yol verdi’ söylemleri doğru değil. Hiçbir istihbarat 1400 sivilin hayatını kaybetmesine, bu kadar rehinenin alınmasına göz yumamaz. Göz yuman varsa ihanetle suçlanması gerekir. O yüzden ‘Bunlar anlaşmışlar, danışıklı dövüş yapıyorlar’ söylemleri doğru değil. Uluslararası sistem de bunu kabul etmez. ABD’nin de prestiji gitti burada aslında. Yani bu kadar CIA ile MOSSAD işbirliği var. Şunu da söylüyorlar, ‘CIA bunu biliyordu ama Biden Netanyahu’yu cezalandırsın diye bunu yaptı’ diyorlar. Bunlar komplo teorisinin ötesinde efsaneler.”
‘Erdoğan Türkiye kamuoyunun hassasiyetini göstermeye çalıştı’
Erdoğan’ın İstanbul’da düzenlediği Gazze mitingini yorumlayan Dr. Ali Semin, Ankara’nın asıl amacın kamuoyunun tepkisini göstermek olduğu görüşünde. Semin, sadece Türkiye değil Avrupa’da da engellenemeyen Filistinlilere destek gösterilerini anımsattı:
“Türkiye’nin tavrı başından beri itidal çağrısıydı. Dünyadaki çoğu ülke böyle yaptı. Çin, Rusya hatta Suudi Arabistan, Ürdün gibi devletler de başlangıçta böyle yaptı. Ama İsrail dozunu kaçırdı. Bir orduyla çatışmıyorsunuz, sivilleri, çocukları öldürüyorsunuz. Resmen bu sivil soykırımıdır aslında. O yüzden dünyaya bakın. Ben programdan önce biraz da Arap liderlerin söylemlerine baktım. Ürdün ve Mısır da söylemlerini sertleştirdi. Diğer Arap ülkelerinin üslubu da sertleşiyor. Ama Türkiye bu mitinge kadar biraz daha diplomatik sertti. Şimdi bu Filistin mitingi İstanbul’da yapıldı ve bu kadar insan katıldı.
İsrail; bu siyaset sadece AKP hükümetinin veya Arap dünyasının politikasıdır diye düşünüyordu. HAMAS’a sahip çıkmak, HAMAS ile Türkiye, Katar-Türkiye ilişkileri bağlamında değerlendiriyorlardı. Ama Türkiye bu Büyük Filistin mitinginde Türk kamuoyunun hassasiyetini de göstermeye çalıştı. Yani sadece bir hükümet politikası değil, kamuoyunun da İsrail’e tepkisi var. Sadece Türkiye’de yapılmıyor böyle mitingler. Avrupa’da bile başladı.”
‘Türkiye, köprüleri yıkmak istemedi. Ama İsrail tek taraflı kendisi yıktı köprüleri’
Semin, İsrail ile ilişkileri normalleştirmiş ülkelerin en azından ‘ateşkes ilan edilene kadar’ diplomatik ilişkileri askıya alabileceğini belirtirken, Türkiye’nin ise ilk başta köprüleri yıkmak istemediğini söyledi. Semin’e göre, Erdoğan hükümeti dünyanın sessizliği karşısında miting üzerinden bu meselede ‘potansiyel güç’ olarak öne çıkmaya çalıştı:
“Altı Arap ülkesi; Mısır, Ürdün, BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas İsrail ile ilişkilerini normalleştirmişti. Bu ülkeler bu saldırılar karşısında en azından ‘Ateşkes ilan edilene kadar diplomatik ilişkileri askıya alıyoruz’ diyebilirler. Ticareti olanın tabii ki kesmesi gerekiyor. Yoksa böyle marketler üzerinden değil, devletler arası ticari antlaşmalar var, askeri işbirliği ve enerji antlaşmaları var… Mesela Mısır’ın üslubu sertleştiği için İsrail Mısır’a giden doğalgazı kesmiş. İsrail de kendisini bu şekilde koruyor.
Türkiye’nin ilk başta üslubunu sertleştirmemesinin sebebine gelince… Biliyorsunuz hem Cumhur İttifakı hem de birçok siyasi parti, İsrail’e tepki verdi. Buna parti siyaseti olarak bakabilirsiniz. Ama Cumhurbaşkanı tepki verdiği zaman devlet siyasetinin değiştiğini, dış politikasının bu yönde sert bir dille ilerleyeceğini söyleyebiliriz. Türkiye bu kez biraz farklı baktı olaya. Türkiye, köprüleri yıkmak istemedi. Ama İsrail tek taraflı kendisi yıktı köprüleri. O zaman da Türk dış politikası eleştirilmeyecek. Türkiye sadece miting yaptı ve destek verdi. Ve sivillerin hayatını kaybetmesine dünyanın suskun kalması da, İslam dünyasının lidersiz kalması karşısında Türkiye burada potansiyel bir güç olarak bu tür bir girişimde bulundu.”
‘Cumhurbaşkanı o gün normalleşmeyi ve diplomasiyi bitireceğini söyleyebilirdi’
Dr. Semin’e göre Türkiye diğer yandan garantörlük ve arabuluculuk teklifleriyle İsrail ile köprüleri atmak istemediğini de gösteriyor. HAMAS’ın harekatının dünyadaki çok kutupluluğa gidişata katkısına işaret eden Semin, Erdoğan’ın Papa ile görüşmesine de dikkat çekti:
“Ama dikkatinizi çekmek isterim, Türkiye bu açıklamalarla İsrail ile köprüleri atmak istemediğini de gösteriyor. Türkiye, dört önemli noktada neden taraf olmamalı? HAMAS ve İsrail ile ilişkileri var, önleyici ve arabulucu olmak istiyor. İslam dünyasındaki karmaşıklık içinde Türkiye’nin sesi çıkabilecek bir devlet olmasının etkisi var. Bu HAMAS harekatından sonra dünya çok kutupluluğa gidiyor. Çok tartışıldı bu çok kutupluluk. Bir tarafta Çin, yine Rusya, diğer tarafta Batılı ülkeler. İki taraf da birbirine karşı sert. Çin’in İran açıklaması önemli, İran saldırıya uğrarsa dahil olacağını söyledi. Yani sonuç itibariyle Türkiye hala İsrail ile diplomatik ilişkileri kesmekten yana değil. Cumhurbaşkanı o gün normalleşmeyi ve diplomasiyi bitireceğini söyleyebilirdi. Ama tam tersi oldu, bizim Tel-Aviv Büyükelçimiz orada İsrail Dışişleri’ne çağrıldı.
Şöyle bir şey de var. Bu kadar insan, sivil çocuk öldürüldü. Ben artık izleyemiyorum görüntüleri. Kimsenin de sessiz kalmaması lazım. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Papa ile görüşmesi de önemli. Bu artık Arap veya İslam dünyasının meselesi değil, dünyanın meselesidir. Orada sivillerin hayatı söz konusu. Ve bu şekilde devam ederse dünyanın suskunluğu ve kara harekatına odaklanan bir uluslararası toplum var. Bu ne demektir? İsrail’in saldırılarını sürdürmesine göz yummaktır diye düşünüyorum.”